Şahane bir kitap okuyorum. Geçenlerde sahafta buldum,
@LimSemih
çevirisi olduğunu görünce hemen aldım... Bir dönem Nabokov ve eşi Vera'nın da kedisi olan Tom Jones'un 'kedi dilinde' hikâyesi. Daha önce de birkaç kedi hikâyesi okumuştum ama hiç bu kadar inandırıcı gelmemişti.
Iskalanmış bir başka şahane kitap: Ücra Adalar Atlası (2019)
Judith Schalansky aynı zamanda bir kitap tasarımcısı. Yayınevi özgün edisyona sadık kalmış: bu kalitede bir kâğıdı bir daha görür müyüz?
Ayrıca, çevirmen Ömer Bozkurt, J.S.'nin bile gitmediği 4 adaya ayak basmış :)
Thomas Bernhard, "abartmadan hiçbir şey anlatılamaz" demişti. The Holdovers'ın (2023) abartıya ihtiyacı yok, tek kelimeyle muhteşem bir film. Tek eksiği, bir kez izlememenin yeterli gelemeyecek olması :)
'Sanat güneşi' gibi filmdi "Tar"! İzlemesi, sindirmesi zor bir iş. Haneke'nin Piyanist'i ile paralellikler taşıyor bana kalırsa... Hakkında söylenebilecek çok şey var ama
@serhanbali
ve
@ilkercanikligil
bir programı sırf bu filme ayırsalar keşke demekten kendimi alamadım.
Paris, 13. Bölge (2021) çok sevdiğim Jean Eustache filmi "Le Maman et la Putain"yı (1973) hatırlattı.
Hem Eustache hem Audiard'ın filmini en güzel özetleyen cümleleri bir Mahir Öztaş öyküsünde bulmak mümkün: "Ruh ikizini arar, yanıldığını anlar ve karanlık bir tünele girer..."
Bir Serencam: Bibliyofil Konuşmaları (2019–2022)
3 yıllık hikâyeyi anlatmaya çalıştım. İlerleyen twitlerde tüm konuşmaları son kez paylaşıcam. Okuyan herkese teşekkür ederim.
Bibliyofil Konuşmaları
#11
: Murat Menteş
@MentesMurat
"Doğrusu kitap aramıyorum pek. Kitap seçiyorum. Koleksiyoncu değilim. Eski baskılar, imzalı kitaplar, özel edisyonlar peşine düşmem. Bir kitabevine girerim ve orada ilgimi çeken ne varsa alırım."
Bibliyofil Konuşmaları
#28
: Ali Yaycıoğlu
@ayayciog
"Kendi harçlığımla aldığım ilk kitabı hatırlamıyorum ama... Bir gün Nazım Hikmet’in tüm eserlerinden alt yedi cilt alıp, okula gidip hoşlandığım bir kıza gösterdiğimi hatırlıyorum."
Güzel sorulara güzel cevaplar... Aşağıdaki tablo şimdiye kadar gördüklerim içinde en sevdiğim
@ayayciog
tablosu oldu. Her biri kendi dünyasında/derdinde olan 'figür'ler Brueghel'i hatırlattı... Ressamın 'görünmez kentler'i görünür oldukça, insanları 'esrârî'leşecektir.
Bu zihin açıcı, upuzun söyleşiyi, sorular kadar cevaplar üzerine de düşünerek, 'not tutarak', büyük bir keyifle, birkaç günde okudum... Kendi notlarımı değil ama Nurdan Gürbilek'in sözlerinden -uzun- bir derlemeyi aşağıya bırakıyorum.
@punctumdergi
Evliya'yı şu edisyondan okumak, kitaplığımda bunu bulundurmak istiyorum ama yeni baskısı uzun zamandır yok. Nadir'de 10 bin ₺ civarı... Bu pahalılığı aşmak adına takas filan yapabilseydik güzel olurdu.
Bunin'i okurken Avrupalı bir yazarı okuduğu intibasına kapılır insan. Çaykovski için de benzer bir şey söylenir ama bir karşı-devrimci olduğu için onu Rahmaninov'a benzetmek daha doğru! Belki de sırf bu yüzden, ülkemizde -Nobel'e rağmen- en az bilinen büyük Rus yazarlarındandır.
Çin'in kültür açılımının farkında mısınız? İlk 'partnerleri' Kırmızı Kedi yayıneviydi. İpek Yolu diye bir dergi çıktı önce. Sonra peşpeşe tuğla gibi kitaplar. Enis Batur yönetiminde oldu her şey... Şimdilerde YKY filan gibi başka yayınevlerini de işe dahil ettiklerini fark ettim.
Depremde evsiz kalanlar devletin kendilerine bedava ev/dükkân vereceğini düşünüyorlarsa Elazığ depremi sonrasında olup bitene baksınlar derim. Elazığ'da insanlar öyle gaza geldi ki az hasarlı evlerine torpille ağır hasar aldırıp yıktırdılar! Sonuç: 20 yıllık Toki borcu.
Bibliyofil Konuşmaları
#20
: Meltem Gürle
@MeltemGurle
"Özlediğim yayınevlerine gelince, birçok isim sayabilirim. Ama bir yayınevi var ki, yokluğunu gerçekten hissediyorum: AFA."
Bibliyofil Konuşmaları
#31
: Cengiz Özdemir
@kulturistan
"Alıp da okuyamadığım kitaba hayıflanmam, kitaplar çoğu zaman okunmak için değil, birlikte yaşamak için alınır. Onlara “bekleyin, şark oturup beklemenin yeridir” derim."
Hasan Aksakal'ı dinlerken, anlattıklarından daha önemli, bu denli konuşmaya/düşünmeye layık başka bir konu yokmuş gibi geliyor bana... Dünyayı sanat(çılar)ın dürbününden görmek ve yorumlanmasına şahit olmak büyük keyif. Teşekkürler
@haksakal34
hocam.
Celal Güzelses dahil bütün icralarını dinledim bu türkünün. Dönüp dolaşıp buraya geliyorum. Bundan daha güzel ve ruha işleyen bir yorum yok. Varol Çağlar Fidan 👏
Hüseyin Karacalar'ın ikinci şiir kitabı "Her Şey Geçtiğinde"yi okudum.
İlk kitap "Cevapsız Aramalar"da kışlakta olmanın sancısı dikkat çekiyordu. Burada şairin urbası değişse bile neredeyse yıkıcı bir içe dönüş göze çarpıyor. Boyuna rüyalara sığınan, bir dalgınlık ânı şiirleri...
Dut zamanı...
Abbas Kiyarüstemi'nin "Kirazın Tadı" (1997) filminin adı normalde "Dutun Tadı"dır ama Batılılar dutun ne olduğunu bilmez denerek Kiraz yapmışlar. Doğulu ya da Şarklı olmak diyelim, biraz dutun tadını bilmek demek aslında.
Sezai Karakoç Sempozyumu'nda en çok Ömer Erdem'in sunumunu beğendim. Çok değerli şeyler söyledi. O kadar konuşmacı içinde Karakoç'a belki de en yakın isim Ömer Erdem'di ama eleştirel mesafesini koruyan, sözün hakkını layıkıyla veren bir tek onu gördüm.
Orhan Veli'yi sevmeyen biriyle tanışmak istemezdim... T. S. Halman bir seferinde, "36 yaşında öldüğü için onu hiçbir zaman affetmeyeceğim" demişti.
Bütün Yazıları okunmadan büyük şairimizin dehası anlaşılamaz bence. Bu güzel toplam için teşekkürler
@NecatiTonga
& Tahsin Yıldırım
Tsai Ming-liang’ı, bilhassa Reha Erdem sinemasını takip edenler iyi bilir. Çok özel bir yönetmendir. Neon Tanrı'yı ve Nehir'i hiç unutmadım...
19 dakikalık bu kısa film, lirik bir şiir. Şarkıdaki gibi:
"Güzel gece habersizce çekip gidiyor
Gidişini görmekten nefret ediyorum"
Tsai Ming-liang’ın bir nebze emek verince bir dünya his ve güzellik keşfettiren sineması, bu kez Hong Kong sokaklarında 20 dakikalık bir yürüyüşe çıkmamızı sağlıyor. Gecenin insanın duygu dünyasını değiştiren etkisine bir övgü. GECE.
"...adına kara denen o hengâmenin, sinir bozucu bir trafik dışında hiçbir şeye uygun olmayan kasvetli bir yüzey olmasında şaşılacak bir şey yok. Ama ben onu karada tuttum, ip atlamaya zorladım."
Hiçbir şey insanın derinliğini roman kadar iyi yansıtamaz. Bu da, böyle bir roman.
Şahane kitapmış bu... 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra doğan sanat/düşün insanlarının çılgın bir tarafı var. Romantizmin bu kuşağın bir verimi olması hiç de tesadüf değil. İnsanlık tarihinde, Antik Yunan'ın klasik döneminden sonraki en özel kavşak buymuş gibi geliyor bana.
Buradaki güzelliği görememek, bir başka nefret unsuru devşirmek de ne bileyim... Hem de Cemil Meriç üzerinden. Oysa onu hakkıyla okumuş biri, bugün yaşasa Cemil Meriç'in de bir Balzac karakteriyle bu şenliğe katılacağını bilirdi. Emeğiniz için tekrar teşekkürler
@aherlizamanlar
.
Iskalanmış bir başka şahane kitap: Ücra Adalar Atlası (2019)
Judith Schalansky aynı zamanda bir kitap tasarımcısı. Yayınevi özgün edisyona sadık kalmış: bu kalitede bir kâğıdı bir daha görür müyüz?
Ayrıca, çevirmen Ömer Bozkurt, J.S.'nin bile gitmediği 4 adaya ayak basmış :)
Çok güzel flood. Devamı gelir umarım.
Birkaç katkı:
•Jarmusch'un Paterson filmi (küçük kızın okuduğu şiir),
•Shi/Poetry (2010) filmi,
•"Zamanda Yolculuk" belgeselinde Tonino Guerra'nın Tarkovski'ye okuduğu şiir,
•Hannah ve Kız Kardeşleri'nde okunan Cummings şiiri,
(...)
Bibliyofil Konuşmaları
#34
: Hasan Aksakal
@haksakal34
"... 32 yaşımdan önce kütüphanemi mabedim sayıp kitaplarım konusunda fazlasıyla kıskanç olduğum için, bu yaptığım şeye bakınca kendimi tanıyamıyorum, ama hayat böyle işte…"
Büchner'in "Lenz"i, Oberlin'in güncesi ve Goethe'nin notları ile birlikte özel bir toplam halinde yayınlanmış... Üstelik, Cem Yavuz çevirisi ve W. B. Bayrıl'ın resimleriyle. Çok keyifli, kafa açıcı bir okuma olacağı kesin.
Belki Lenz'den sonra "kafaüstü yürüyenler" bile çıkar :)
2020'de yapılan ilk baskı hâlâ satışta. Edebiyat/sanat okurunun ıskaladığı bir kitap Düşsel Müze.
Ayrıca bu güzel baskı için yayıncıyı kutlamak lazım. Böylesi kitapların alıcısı çoğunlukla 'vitrinciler'dir. Oysa D.M., Recep İvedik'in deyişiyle 'okumalık' bir kitap -aynı zamanda.
Depremden bu yana ilk defa bir şeyler okuma gücü bulabildim... Solukdönüm çok özel bir kitap. Celan'ın S'sinden, soluğuna, oradan Macar ovasına...
"kendi yayının kirişiyle boğdurulmuş cem
çektim kendi elimle
forsa yaftasını boynuma
titrerken Ahab'ın gazabıyla mizana yelkeni"
O kadar hırpalayıcı, kalbe dokunan bir hikâye ki, bir yerden sonra satır altlarını çizerken elimin titrediğini fark ettim. En son Buz Sarayı'nı okuduğumda bu kadar üzülmüştüm ama bu kez başka, Lenz, dünyaya sığamayan büyük bir ruhun hikâyesi. Lenz kadar, Büchner'in de hikâyesi!
"İnsanların yaşamlarındaki en benzersiz serüvenlere göre kaleme alınmış masalsı/uydurma esere roman denir.
Peki ama bu tür bir eser neden roman adını taşır?"
—Marquis de Sade
Çev.
@_MuratErsen
Bu eğlenceli intikam hikâyesi Jacques Vaché'yi hatırlatır: savaştan yeni dönen J.V., Pasternak'ın aksine sevdiği üç arkadaşını kahve içmeye otel odasına davet eder. Kahveler içilir, herkes şendir. Savaş kötü, hayat güzeldir. Kahvelerdeki zehir ise birazdan etkisini gösterecektir.
demedi demeyin; bir gün sizler de uçağa bineceksiniz, sohbet sohbeti açacak, sonrasında herkesin ortak noktasının bir şekilde Umberto Arte'yi tanıyor olması ortaya çıkacak. hostesi çağırıp pilota haber verin bu işte bir gariplik var diyeceksiniz, hostes zaten uçağı Umberto Arte
Son yıllarda kitaplığıma dâhil ettiğim en değerli isimlerden Tamer Gülbek'in Shakespeare çevirilerini görünce müthiş heyecanlandım!
Shakespeare'i bir 'keşif heyecanı' ile yeniden ve bir dostun mektuplarıymış gibi güvenle okuyacak olmanın memnuniyeti var üzerimde.
Bu türden ajitatif başlıklar taşıyan kitapları/metinleri asla okumam ama sevdiğim bir arkadaşımın referansından sonra dayamadım... Laszlo Földenyi, her şeyden önce etkileyici bir makale yazarı. Başlık tabii ki bir çarpıtma içeriyor ama okurken keyif aldım. Saf ve ilham vericiydi.
Agota Kristof'u sonunda okudum. Çok güçlü bir roman, üçleme.
10 yıl olmuştur: bir arkadaşım, yazdığı mail'e bir not düşüp "bu çok iyi roman Milât, okumalısın" demişti. O iyi diyorsa iyidir deyip 10 yıl boyunca aklımda tuttum. Bir şeyi okumaktan daha güzeli: okumayı istemek!
Bu kitabımı çok seviyorum, kitaplığın yıldızlarından. 100 numaralı baskının bende oluşu, ayrıca sevindiriyor. (Oysa ne önemi var diyorum hemen sonra, onca yoksulluk varken dünyada...)
"Var mıdır, kederden kaçmak istediğinde,
cesaretle dolabilmiş biri?"
@kulturistan
@ahmetbke17
Fotoğraf da benim aklıma şu sahneyi getirdi: Metin Erksan'ın Kenan Hulusi'nin hikâyesinden uyarladığı aynı adlı deneysel film: Sazlık.
Kitap alırken kendimi şöyle motive ediyorum: "bir yemek parası" ya da "bir yemek parası bile değil"... Daha pahalıysa, "iki yemek parası, n'olacak". Çok daha pahalıysa, "yok anasının nikahı".
Günter Grass'ın ayakta yazdığını okumuştum bir yerde. Aynı şeyi Pessoa'nın da yaptığını biliyorum. Bugün öğrendim ki, ressam olan kızkardeşinden etkilenen Virginia Woolf da ayakta yazarmış... Ayakta kalmak lazım!
Hastayım. Ameliyat oldum. Boyuna yatıyorum... Canım karımdan, Ahmatova'nın savaş zamanı yaralı askerler için yaptığı gibi, bana şiir okumasını istedim. Bugün Montale'nin Xenia'sını okudu. Yarın Lowell. Öbür gün Bishop.
Ne zaman Rilke okusam, şiiri yeniden keşfediyorum.
Wenders'in olağanüstü "Berlin..." filmi biraz da onun şiirlerinden ilhamla yazılmamış mıydı? Bir sahnede, insan olmayı 'seçen' bir başka melek, "Bu dünyada bizlerden çok var" der. Hiç şüphem yok, Rilke de onlardan biriydi.
Roni Margulies'in koleksiyonu müzayede yoluyla satışa çıkmış... Topladığı kimi şeyleri biliyordum ama tahminimin de ötesinde bir 'toplayıcıymış' meğer. Ondan bir hatıra olsun diye bir camaltı almaya çalışıcam.
Selahattin Özpalabıyıklar çevirisi ile okuğum ilk şair William Blake'ti. "Türkçesi"ni karıştırırken, bu kez, Philip Larkin ile başladım okumaya. En sevdiğim şiiri ile karşılaşmaktan ayrıca memnun oldum... Şimdiden çok sevdim, benimsedim bu kitabı.
@noordinator
@SimurgArt
Harika yazı, çok keyif aldım okurken. Son paragraftaki espri epey güldürdü :))
"... günümüzün kitapolikleri için en önemli soru -turnusol testi- şu: Kitaplıklarımızdaki kitapların kaçını okuyoruz? Kaç tanesine bilinçli olarak gerçekten göz gezdiriyoruz?"
Petőfi, 200 yaşında!
Şairi ilkin antolojilerden okumuş ve çok sevmiştim. Şiiri hamasîdir, çağımız insanı için arkaik bir dil. Ama 26 yıllık bir ömre sığdırdıkları ve izi dahi bulunamadan 'kayboluşuyla' zihnimde bir şairden çok, bir şiir imgesi olarak kaldı hep.
Şiir, Petöfi'dir!
Cem Yavuz'un Hür Tractatus'unu okudum -arada bir Ars Moriendi'ye dönerek... Çok dilli, şiirsel, 'tevâcüd' odaklı bir felsefe metniydi demek, görüneni faş etmekten fazlası değil. Benim daha ilginç bulduğum, aynı zamanda 'çok yazarlı' bir libretto metnini andırmasıydı diyebilirim.
Sirous Nozari (1949, Tahran),
Çev. Mojtaba Nohani.
Farsça haiku yazmış aslında ama iyi bir şiir için formun önemi yok. İnsanlar kadar taşlarla, ayla, sessizlikle konuşuyor şair. Güzel, ferah bir lirizm var her şiirde... İki cilt halinde basılmış. İlk cildi okudum, çok beğendim.
Hüseyin Karacalar, dergâhı olmayan bir derviş edasıyla, kendi nefesini üflüyor dünyaya. Bu sesin nereye varacağını merak ediyorum.
"ben şimdi buradayım nereye gitsem hep burada"
"halkın sofrası yağmaya durmuş/ (...) sofradan arta kalan sütümüzü dağıtıyorlar"
@h_karacalar
Bibliyofil Konuşmaları
#13
: Barış Yarsel
@b_yarsel
"... kitaplara düşkünlük nedeniyle aşağılandığım çok oldu, alaya alındığım, küçümsendiğim... Bunu yaşayanların çok olduğunu biliyoruz. Memleketin çocuklarını yeme refleksi malumdur."
Böyle yazıları okumaktan bıkmıyorum hiç:
"...bir dizinin varlık sebebi, dizide yer alan başlıklardan birini satın alan kişinin aynı zamanda dizinin diğer kitaplarının da potansiyel okuru olmasıdır. Çok az sayıda örnek için geçerlidir bu."
@punctumdergi
Çok güzeldi... Bu türden konu ya da yazarlar üzerine konuşanlar ve onları izlemeye gelenlerden daha önemli bir şey yokmuş gibi hissediyorum. Şavkar Altınel'in "Wisconsin, 1963"ü sessiz ve derin bir yürüyüşle edebiyatımızın klasiklerinden biri olma yolunda.
Güzel filmdi. Çok beğendim.
@akcfilm
sinemasına Arada (2018) ile başladım, diğer filmlerini izlemek için sabırsızlanıyorum. (Teşekkürler
@mubiturkiye
)
Anlayamadığı Türkçe ve konuşamadığı Kürtçe arasında kalan Osman 'tip'i ile dil meselesine çok özgün bir katkı sunulmuş filmde.
Tatar Çölü'ne dair, kendi de eski bir asker olan
@hakanexlieu
'nun kaleminden enfes bir yazı. Böyle öznel hikâyelerle anlatılan kitaplar kadar keyif veren bir şey yok. Mutlaka okuyun!
Lenz, çok özel, ruhta iz bırakacak denli güçlü bir öykü... Gerçek edebiyatın izini süren her okurun yolu, bir gün mutlaka bu eserle kesişecektir.
"Çağıl çağıl içimde ilahi keder,
Dipsiz kuyuları taşırsın;
Çektiğim cefa cümle mükâfatım,
Çektiğim kahır ibadetim sayılsın."
MİLÂT ÖZÇELİK – Elleri üstünde yürümeyi arzulayanların ıstırabı:
“Lenz dünyanın acısını benliğinde hisseden bir aziz gibidir. Hiç için dağlar gezmiştir ve ona göre evren yara bere içindedir. Tarifi imkânsız, yoğun bir ıstıraptır duyduğu. Geçen günler içinde ne Oberlin’in
Örnek Suçlar, ilginç kitapmış. Bildiğim kadarıyla Mehmet Baydur'un tek çevirisi. Okuru az, tutkunu çok olur böyle kitapların... 'Ölüm' üzerine çalışan, düşünen, okumalar yapanlar ıskalamasın derim.
Ama şahane illüstrasyonları için de alınabilir. Bitti mi, sittin sene basılmaz!