a. german jr'ın yönettiği ev hapsi, bir akademisyenin hayatını merkeze alan "haysiyetle görev, düzgün ve vicdanlı olma isteğiyle kariyer arasındaki sınıra" dair nefis bir film. anna ahmetova, mandelştam, puşkin'e göndermelerle... bir önceki under electric clouds filmi kadar iyi.
dizi editörlüğünü alim arlı'nın yaptığı yükseköğretim çalışmaları serisinin eksiklerini, şu güzel youtube yayını sonrasında tamamladım:
tr'deki yükseköğretim tartışmaları için ciddi bir akademik zemin oluşturacak bir dizi ve emek.
eğer mektup yazabileceği bir arkadaşı olsa denemeler'i hiç yazmamış olabileceğini söylemiş montaigne. inziva, kendini kapatıp kitap okuma ve yürüyüş sevdasıyla pek bir benziyoruz bay montaigne'yle.
hava acayip kötü. neyseki bugün çalışmıyorum. yine de sabah erkenden uyanınca "rabiye kurnaz george w. bush'a karşı" filmini izledim. zor ve çetin bir konuyu, meltem kaplan'ın şahane oyunculuğu neredeyse bir karakter komedisine çevirmiş. beğendim.
az evvel izledim pek güzel. sinemada, yazıda "dayı" konusu hep şiirsel işleniyor sanki. daha candan, içten. örneğin coşkun yerli'nin "o yaz, dayım, suat, ben" şiiri ilk aklıma gelenlerden. ben de dayımı ilk kez yaptığımız tren yolculuğuyla hatırlarım hep, en sevdiğim anılarımdan.
8 filmlik Tayfun Pirselimoğlu retrospektifimize, 1999’da Venedik Film Festivali’ne seçilen, hayal kurmaya ve uçma tutkusuna güzelleme niteliğindeki nefis bir kısa filmle başlıyoruz. DAYIM.
malatya'da ailem kaldı. yemek yok, su yok. kardeşim zorla bir adet su alabilmiş dün sabahtan beri, annem ve babam için. ulaşım yok, yollar kardan kapalı, marketler yok. ona rağmen de yağma haberi yapıyorsunuz ya. allah sizi bildiği gibi yapsın.
mcdonagh'ın son filmi ve arkadaşlık üzerine düşünmeye davet eden güzel bir
@lalhitayy
yazısı. aklıma cevdet karal'ın ''insanı benzeri anlar derler/ yalan ya da hiç karşılaşmadım.'' dizelerini getirdi.
tanzimat'ın başlarında damat sait paşa resim şer'en caiz değil diye mekteplerdeki haritaları imha ettirmiş. mekteplere harita koyduruyor diye reşit paşa ve takımını idama kalkışmış. haber yayılınca dönemin öğretmenleri ne kadar harita varsa hepsini lağımlara atmışlar. true story.
yuri norstein şahane bi' animasyoncu. nazım hikmet'in "masallar masalı" şiirinden etkilenip skazka skazok isimli animasyonu yapmış, çok şiirseldir. rus animasyon tarihini anlatan magia russica'da çok güzel bahsi geçer norstein'in.
As the seasons change, and the weather becomes Autumnal, we give you one of the world's great animations... and a little Hedgehog therapy.🦔
'Hedgehog in the Fog / Ёжик в тумане / Yozhik v tumane' (1975) dir. Yuri Norstein.
kırk yedi sayfalık şiirsel bir anlatı. tsvetayeva, çocukluğuna dair yazmış. özellikle annesinin kendisine zorla piyano öğretmesine, müziğin hayatına zaruri olarak girmesine dair. annie ernaux'ya benzer bir tınısı var yazdıklarının.
dizi editörlüğünü alim arlı'nın yaptığı yükseköğretim çalışmaları serisinin eksiklerini, şu güzel youtube yayını sonrasında tamamladım:
tr'deki yükseköğretim tartışmaları için ciddi bir akademik zemin oluşturacak bir dizi ve emek.
ben memlekette en sevdiğim kütüphaneyi paylaşıyorum. surp astvadzadzin meryem ana kilisesi. fresklerde "ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar. bana gelin ben size rahat veririm." yazıyor.
#k
ütüphanelerhaftası
Yunanistan’da böyle bir yer varmış, bilsek yeter, gitmesek de olabilir (zaten fazla konuksever olduğunu da düşünmüyorum oturanların) adlı görselle günaydın.
"Kara yakındı önce, hem çok yakın,
Elimi uzatsam tutardı.
Yıldızsız teknemdi inip çıkan gece,
Kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz...
Kara yakındı önce, hem çok yakın,
Denizleyin inip çıkan önümde
Bir tanrının atardamarı."
bassani okumak güzel. keşke yky proustvari bir hafıza-bellek romanı olan finzi contini'lerin bahçesi'ni de tekrar bassa. 73'te ilk refhan yegül "kararan bahçeler" adıyla çevirmiş romanı, hürriyet yay. basmış. yky'ninki neyyire gül ışık çevirisi. vittorio de sica filme uyarlamış.
bruno latour söyleşisi: "artık sadece zaman değil, mekân da kıyamet ufku haline geliyor. karar verme zamanı şimdi, çünkü insanın kendini daha sonra planlamayı hayal edebileceği başka bir mekân yok." -dünya'nın feryadı, antonio spadaro
dönem sonunda kafa dağıtmak için ideal kitap. güzel veriler var kitapta. avrupa'da 19. yüzyılın ilk yıllarında çeviriler edebi üretimin %25'ini kapsıyorken birinci dünya savaşından sonra bu oran %5'lere çekilmiş.
roy andersson'ın yaratım sürecinin anlatıldığı belgesel çok güzel. açılış sahnesinde "sanat önemli, çünkü sonsuz olanla ilgilenir. ebedi olanı resmeder. sanatın enginliği ve bizlerin hikayelere olan ihtiyacı... sanat olmasa boşluğu dinler dururduk." diyor andersson.
yaz, sadece sıcaklığıyla değil gürültüsüyle de can sıkan bir mevsim. camlar açık, şu saatte içeri giren insan sesinin haddi hesabı yok. dağ başında bir arsam olsa da hepinizden nefret ediyorum evi yaptırsam yazları kaçmak için.
kanunî döneminde ebussuud'un merkezî rol oynadığı eğitimde reform hareketleri için, "devleti reforma iten en önemli saik, medrese mezunlarının nepotizm ve kadro eksikliğinden ötürü yükselen protesto sesleridir." diyordu, gülçin ambros.
chatgpt, yapay zeka, bütün bu teknolojik gelişmeler özelinde yourcenar'ın zenon'unu merkeze alarak ''insan kendi yarattığı bilginin pasif kullanıcısı durumuna mı gelmiştir?''i yazmış ayşe buğra evvelce. ''bilme ve anlama yolları ve bilim
@kitapkritik24
''
teknoloji felsefesi üzerine ne bulursam okuyorum, izliyorum.
@jnpatocka
"neoliberalizmin bizi sürekli kendi teknolojik şartlarına adapte olmaya zorlaması karşısında düşünmenin kendine özgü araçları ne yapabilir?" sorusunun peşinde çok güzel yazı yazmış.
afet bölgesinden gelen arkadaşlarımızı ağırladık bugün. annemle babam da başka bir şehirde arkadaşlarımızın evine sığındılar. yollar nereye müsaade ettiyse. herkes bambaşka yerlerde. yine de yaraları bi' nebzecik olsun sarabilmenin umudu.
iki haftadır kitap siparişimin gelmesini bekledim. sabırsızlıkla. meğerse eşimin iş adresine gitmiş kitaplar. ev adresini seçmiştik ama bi' karışıklık olmuş. geç kavuşmaların en güzeli 😎
Bugün Joseph Conrad'ın doğum günü.
"Karanlığın Yüreği’ndeki örtük mesaj Batı’nın da 'Afrika toplumları kadar barbar olduğudur; bu görüş emperyalist varsayımları kuvvetlendirdiği ölçüde onları yıkar da.'"
bu tweette j. roth tavsiyesini görünce hemen aldım, okudum. şahane bir romanmış. çeviri de öyle.
*"beş yaşındaydı; insanın, diğer insanların saklı güzelliklerini, berrak bir kaynak suyunun içindeki rengarenk taşlar kadar net görebildiği, henüz bilge bir tanrı olduğu yaşta."
Joseph Roth sevgimi defalarca yazmışımdır buraya. Vatandaşlık ve kanun dininin en sadık müminlerinden bir küçük adamın devletle sahiden tanıştıktan sonra dinden çıkışını müthiş anlatan bu novella da uzun uzun övülmeyi hak ediyor. Anıl Alacaoğlu'nun pürüzsüz çevirisi de öyle.
nazilerin, ahlaki yozlaşmanın yazarlarından saydığı kästner'in ibret olsun diye toplatıp yaktıkları kitabının uyarlaması. film, transit filmindeki gibi zaman akışları, geçmiş-şimdi arasında ani gidip gelişlerle; geçmişle hesaplaşmadan bugünü anlamanın olanaksızlığını vurguluyor.
charles dickens'ın kasvetli ev romanından uyarlamaymış bu 1901 yapımı 1 dakikalık film. romanda geçen şu cümle ne kadar şiirseldir; "iskender'in fethedecek dünya kalmadığında nasıl ağladığını herkes bilir." (aslı biçen çevirisi, cilt 1, s. 63)
şansa antep'te değildim, ama evim ne durumda hiç bilmiyorum. arkadaşımın kaldığı rezidans fena halde. çok üzgünüm, insanlar çok kötü durumda. onlarca can kaybı. söylenecek söz yok.
bir saatten fazla yürüyüş yaptım. kış güneşini ve yürüyüşünü seviyorum. çocukluğun o kaygısız günlerini, başlangıç hayallerini, saflığı ve bir tür akışkan dinginliği hatırlatıyor mütemadiyen.
#k
ışgünlükleri
10 - 25 yaş arasında hatırladıklarını birer cümleyle yazmış perec. zaten anılar ve hatıralarda çocukluk ve ilk gençlik hep capcanlı, burada gibi, uzansan yetişecekmiş gibi. sonraki hatırlamalar o kadar net değil, flu. ben de bu tweet altında kendi hatırlıyorumlarımı biriktiricem.
deneysel filmin güzel yanı, mutfağa geçip çay kahve alıp döndüğünüzde, film hala denemeye devam ediyor ve bir şey kaçırmıyorsunuz. şaka şaka... lost in translation'ın sanatsal versiyonunu yapmış jonas bak. keşke ben de "kara orman"da yaşasam emekliliğimde dedim, izlerken.
#aftersun
çok hoş bir film. 90'lar türkiye'sini izlemek şahane. proust'un ''...çünkü hafızamızda her çeşit şey bulunur; hafızamız, bir tür eczane, bir tür kimya laboratuvarıdır, elimize tesadüfen sakinleştirici bir ilaç da geçebilir, tehlikeli bir zehir de.'' sözleriyle paralel.
izledikten kısa süre sonra kaldırılmıştı bu belgesel. tekrar erişmek güzel. yaşamı dahil vurguladığı yabancılık temasına çok yakın hissettim hep. "neyi seversin öyleyse sen, olağanüstü yabancı? bulutları severim. işte şu. şu geçip giden eşsiz bulutları!"
şunlardan aldığım tadı uzun zamandır başka bir romandan almadım. annie ernaux'yu görsem de büyük fanı olduğumu söylesem. genç adam'ı çevrilmiş bu arada, onu yeni farkediyorum.
"Vahşi Hayvanlara İnanmak" bu ayın sürpriz kitabı. Kamçatka'da araştırma yapan antropolog N. Martin bir gün bir ayıyla karşı karşıya gelir. Bu karşılaşmada yüzünün yarısını kaybeden yazar, insan ile hayvan arasındaki ilişkiyi, sınırları ve Batı tıbbını sorguluyor.
@canyayinlari
teknoloji felsefesi üzerine bizde ne konuşulmuş diye ararken denk geldim. çok iyi bir kayıt,
@jnpatocka
anlatıyor. "digital teknolojiler ve düşünme: bernard stiegler'in teknoloji felsefesi"
.
@zehrataskin
hoca, ''cumhuriyetin harcında bilim ve kadınlar'' kitabı hakkında yazmış. kitaptan yazı vesilesiyle haberdar oldum, kitabı hemen ısmarladım. fotoğraf ve hikayesi de çok hoş. motive edici.
biri öldüğünde yakınlarını başsağlığı için aramakta vs zorlanırım. özellikle kaçınırım bundan. çünkü kendimi nasıl ifade edeceğmi bilmem. elias, uygarlığın bu döneminin bizi bu güçlü duyguları ifade etme hususunda aciz bıraktığını söylüyor. p. aries'le tartışarak ilerliyor kitap.
pek keyifli kitap. seçim atmosferinde hiçbir şeye odaklanamayınca iyi geldi doğrusu. "satori" isimli haiku'larla ilgili bölüm çok hoş. uzak doğuya dair her şey merak uyandırıcı geliyor son zamanlarda.
özellikle kahve-tütün yasaklarından bahsedilen bölümleri okumak oldukça keyifliydi. şairlerin bitimsiz muhalefetleri iyiki varmış dedirtti. o günlerden bu yana, özgürlükler anlamında, pek de bir şeyin değişmediğine üzülüyor insan tabii.
#winterreading
kar ne güzel şey. şehre çok çok az yağıyor artık. r. walser kar yağışından ne güzel bahsediyor. "ve ortalık sessiz! yağış tüm şamatayı, tüm gürültüleri, tüm sesleri ve tınıları kar altında bırakmış. insan sadece sükuneti, sessizliği işitiyor ve sessizlik gerçekten de gürültülü
benim için en ilginç kitap isimlerinden biri arap edebiyatçısı ve tarihçisi merzubani’ye (ö.384/994) ait şu kitap:
فضل الكلاب على كثير ممن لبس الثياب
(köpeklerin elbise giyen pek çok kişiden faziletli olduğuna dair)
kitabın thomas mann bölümünü okuyorum. hangimiz büyülü dağ'daki hans castorp'u sevmedik ki? hiçbir şey olmayan ama sürekli konuşulan en güzel, en unutulmaz romanlardan, başrolü karakterden öte "zaman" olan bir roman.
bizim için, 2022'nin son filmi olarak kayıtlara geçti. blanchett'in şahane oyunculuğu, müzikler, cancel culture... sanata doyduk elh.
"bach'ta tevazu var. hiçbir şeyden emin gibi davranmıyor. çünkü biliyor ki soru, her daim dinleyiciyi barındırır. mesele cevap değil."
şahane bir hatırat. çalıkoğlu arapça öğrenme serüveninden bahsediyor tatlı tatlı. sadece dil öğrenme süreciyle değil, 21 yaşında babasından on beş altın aşırarak girit'ten bir gemiyle kaçmak istemesiyle de kendisine büyük yakınlık duydum:)
bunun bir de filmi var. sulev keedus adlı estonyalı yönetmen, bir evin çatı katında doğu afrika'ya giden estonyalı bir misyonerin siyah beyaz fotoğraflarını buluyor ve vergilius'un eseriyle bütünleştirip güzel bir film ortaya çıkarıyor.
Çiftçilik yapmaya karar veren birinin mutlaka okuması gereken kitap.
Bilgileri eskimiş olabilir. Ama bir tabiat tutkunu iseniz heyecanlanacak ve şaşıracaksınız.
Zeytincilik, bağcılık, arıcılık ve hayvan bakımı… Başucumda tutarım.
bu etkinliği washington post gazetesi düzenlemişti, 2007'de. "güzelliğe ayıracak vaktiniz var mı?" diye başlık atmışlardı sanırım. eduardo galeano da "varmanın aciliyeti" başlığıyla yazmıştı kitabında. eylemden çok sunuluş biçimi hoşuma gitti.
arkadaşın çalıştığı restorana gidiyorlar sürekli. bir saat önceden telefon açıp yiyeceği yemekleri söylüyor ki geldiğinde hazır olsun. masada aslı hanım sessiz, p*muk karşısında hiç ama hiç susmadan konuşuyormuş. kadın dinlemekten bitkindi diyor arkadaş :d
baya uzun bir yürüyüş yaptım, resim sergisine gittim, çok sevdiğim claudio magris'in son çıkan kitabı krems'te bükülü zaman'ı aldım. verimli bir gün oldu, migren dışında.
epeydir beklettiğim bir kitaptı. sakinlik istediğim bir tatile en çok yakışan kitap oldu bu. insanların şaşırtıcı davranışlarının arkasındaki derin, karmaşık, gizli duygulara dair güzel bir kitap,
@kipplik
'in şahane çevirisiyle💫
benim aklıma gelen görsel bu. rivayete göre sultan reşad makedonya ziyaretinde manastır'daki belediye binasından çıkarken manaki kardeşler çekim yapıyor. padişahın yanındakiler onları görüp telaşlanınca, sultan kameraya bakıp "bırakın çocuk oynasın" diyor.
hans petter moland'ın buz, kar ve intikam adıyla gösterilen filmi. daha iyi pek çok film var elbette ama bu filmi, hiç tarzım olmamasına rağmen pek beğenmiştim. stellan skarsgård faktörünü unutmamak lazım tabii <3
şehirler arası otobüse binecektim. öndeki büyük cama bu kitabı koymuşlar. bunu kim okuyor, dedim. şoförün dediler. sonra eklediler, "yani bir yolcu unutmuş, şoför oraya koydu." diye :)
haftasonu okuması: "aşktan bahsetmektense kayıptan bahsetmek daha kolay, diye yazıyor bell hooks, aşkın yokluğundan kaynaklanan acıyı ifade etmek, varlığını ve hayatlarımızdaki anlamını tasvir etmekten daha basit."
"kendi sorunlarına dalmak/ zavallı bir hayattır,/ yaralarımızı koparmak/ kötü bir meşgale./ çitin oradaki ağaçlara bak/ görülmeye değerler/ hepsi ne kadar da/ uzun, gururlu ve sessizler." -otto gelsted, salmer, 1922
eğitim tarihi yazıcılığı, modern mektepler, kadın eğitimi, medreseler şeklinde dört bölümden oluşan, giriş düzeyinde bir kitap yayınlamış ketebe. yazarların hepsi tarih bölümünden, ilahiyatçılar ne yapıyor bu konularda merak ediyorum açıkçası.
az önce bahçede oynayan çocuklardan biri balkondaki annesine seslendi birkaç kez. annesinden karşılık gelmeyince "cevap vermeyeceksen beni neden doğurdun?" dedi. mantıklı bir soru açıkcası.
dönemin italya'sında rakip iki ailenin, mediciler ve della rovere, arasında kalan michelangelo'nun hayatına dair şahane bir film. tanrı'nın sanattan itilmesi sürecine dair çok hoş ayrıntılar barındırıyor.
büyük rus baleti muhalif rudolf nureyev: "stalin öldüğü gün dışarı çıktım, kırlara gittim. olağandışı bir şeyler olmasını, doğanın bu faciaya bir tepki vermesini bekledim. hiçbir şey olmadı. ne yer sarsıldı ne bir işaret geldi." -okumaz yazmaz, agota kristof