kedimi özledim. bir insanı özlemek daha kolay, nolursa olsun en fazla bulup arayıp konuşma imkanın var yaşıyorsa. kedimin telefonu yok, olsa da arasam meşgule atardı.
konuşacak çok şey birikti, ara beni. gece ikide, akşam mesai bitişinde ara. bayramda seyranda, ağladığın bir filmin sonunda, eski bir şarkıyı duyunca ara. eve varınca, evden kaçınca, sokakta kalınca ara.
sonu denize çıkmayan o yoldan geri dönünce, bi şeylerden bi yerlere terfi edip yükselince, doğumgünlerinde herkes evine erken dönünce ara. ben buradayım, tebrik ederim, ara.
biz seninle böyle hep yan yana durursak, güneye inen bir otobüsün sabaha karşı verdiği molada anısı olsun diye bir anahtarlık falan seçersek, biz seninle on yıl sonraki bir hayalin oluruna inanırsak yüzyıl bile yaşarız inan, gazetelere adımız yazılır
çok gülüyorum kendime ama üzülüyorum da, kendimle aramda minnet ve acımak arasında gelip giden bir ilişki var, hak ediyoruz işte biz de her milimini bu dik gülüşün
iki gözüm seneler geciyor cok üzücü sitem ha, iki gözün olacak kadar kendinde tasidigin da kirazlarin acmisligi kadar takvim görsün isterken oturup hak mi yasak mi tartismalarina giriyosun kendi kendine
bu dünyada bi zamanlar yasamis olduguna artik kendimi bile inandiramaz oldugum günlerde o sarkicinin konserine sana da bir bilet almisim gibi heyecanlanarak devam ettim bu depdebeye, sen nasilsin
ben bir telas icerisinde ordan oraya sürüklendigim gece yolculuklarinda gördügüm o uzak, sarı isikli evlerin icine bizi yerlestirdim de dayandim, sen nasilsin
hayat var ölüm var
bu ikisinin arasında yorganı tepene çekip yattığın mutsuzluklar, yanılmalar, yanlışlar, sonunda bi köşede sızdığın akşamlar, nasıl geçti bilmediğin yazlar, hala nasıl olabildiğine şaştığın mutlu anlar
hayat var ölüm var
bütün bu hayata yetismeye calismalarin, nefessiz kalmalarin, sarjlarin, ekranlarin, beyaz isiklarin, durmayan taksilerin ortasinda
seni sevmek beni yesil bahcelere cikariyor, seni sevmek önüme kahve koyuyor, sen nasilsin
her şeyin gittikçe tadını yitirdiği yerdeyiz, keşke sen de olsaydın, belki hiçbir şey güzelleşmezdi ama daha da kötüleşeceğine olan inancımız azalırdı, nasılsın
kalabalık sofraların özlemiyle savaştım bugün işe yetişmek için koştura koştura alınan poğaçayı soğuk şehrin ayazında kemirirken, ışıkları yanan bir evim oldu, sofralarım tek kişilik
bi zamanlar, çok sevmelik gibi şeylerin modası henüz geçip gitmemişken sevdiğimin evde son oturduğu koltuğu o gittikten sonra pencere önüne çekmiştim, güneş alsın diye. sevmek ne büyük salaklık.