TEDx konuşmaları, birtakım yüksek sınıfsal imtiyazları kurnazca tekno-politik pseudo-bilgi ve kanaatler koalisyonuyla meşrulaştırmaya çalışıp önümüze insan olarak değer bulabilmemiz için zorunlu hedefler gibi sunmaya adanan neoliberal bireyci popülizmin ucube payandalarıdır
Şöyle diyordu Kum Kitabı'nda:
''Kimse iki bin kitap okuyamaz... Dört yüzyıldır yaşıyorum da yarım düzineden fazla okumamışımdır... Zaten önemli olan okumak değil, yeniden okumaktır.''
Kusura bakmayın ama siktirin gidin istifanızı verin o zaman güzel kardeşim. Ben her acile geldiğimde sizin nazınızı niyazınızı gerginliğinizi çekmek zorunda mıyım? Memlekette herkes müthiş koşullar altında çalışıyor sanki.
Öldüğünüzde gerçekte ne olduğunu bulmak için ölmelisiniz. Bu bir şaka değil. Ölmek zorundasınız - fiziksel olarak değil fakat psikolojik olarak, içsel olarak; beklenti içine girdiğin şeylere ve burukluk hissettiğin şeylere ölmelisin.
#jkm
Hermetik sembolizmde yılan biçimindeki ejder (uroboros) nefsi ve tabiatı simgeler. Uroboros'un 'üzerinde oturmak' nefsin ve dolayısıyla tabiatın uysallaştırıldığı, emre amade kılındığı anlamına gelir. Nefsin kontrolü kâinatın kontrolünü doğurur. Çünkü insan âlem-i sagîr'dir.
'Eğer şairin dediği doğruysa: ''Bene vixit qui bene latuit'' (Hayatını saklayan kişi güzel yaşamıştır), o zaman ben güzel yaşadım, çünkü benim kuytu köşem iyi seçilmişti.''
Soren Kierkegaard, Hakikat Şaraptadır
Saklanmak bir sanattır. Başkalarının yanlış anlamalarından, sizi hapsettiği kutucuklardan, sevilme arzusundan özgürleşebilmektir. Kendini ötekinin arzusundan dinlenmeye bırakmak ve onayını hayatın kendisinden almak. Sadece cesurlar, kendilerini saklayabilir.
Süryanice'de ve Mısırca'da ''ölmek'' aynı zamanda ''bir şeye sıkıca tutunmak'' anlamına geliyormuş. 'Sıkıca tutunduğumuz' her ne varsa aynı zamanda felaketimiz olabilir. Tekâmül, ancak bir tür 'terk edişi' göze almakla mümkün.
İslamcılar incinmiş yine. Çokça bilinen ve içerisinde en ufak bir kötü niyet barındırmayan fıkraya karşı verilen tepkilere bakın. Esasen bu histerik tepkiler imanın zayıflığına delalet eder; sizi daha kuvvetli bir dindar yapmaz. Din obezliği, başka da bir şey değil.
Hazreti Yunus kızım olursa onu nehre atacağım diye adak adar. Kızı olur. Tam nehre atacağı zaman Mikail Aleyhisselam gökten bir balık getirerek bunu at der ve kızı kurtarır.
hicaz’da yaşlı bir adam güneşin altında oturmuş ceviz ve hurma yiyordu. biri ona, “bu korkunç sıcakta çok ağır olan yiyecekleri niçin yiyorsun?” diye sordu.
“şey,” diye karşılık verdi adam, “kervanımı vurdular; korktuğum her şey başıma geldi. artık güvenlikteyim.”
semani, ravh
Evde kedi beslemek mühim konu bu arada. İnsana dostluğunun yanında, olumsuz psişik etkilere tamamen bariyer olur hayvanlar. Bulundukları ortamı sahiplendiklerinde, karanlık tarafın psişik etkilerini bıçak gibi keserler. Manevi koruyucudurlar.
Hiçbir hâlin, duygunun, olayın kalıcı olmadığı, daima değişime tabii olduğu kavrandığında insan içsel anlamda fazlasıyla keskin bir görüş kazanıyor. Gerçek özgürlük de tam bu noktada sâdır oluyor sanırım.
Tehlikeli olduğu zannına kapılarak güvenli bölgemizi terk etmemek, bir süre sonra güvenli olduğunu düşündüğümüz noktanın asıl tehlike olduğu hakikâtiyle yüz yüze getiriyor bizi. Kendimden biliyorum. Bir güvenlik arayışı olmadığında da yaşamak dediğimiz şey filizleniyor.
hicaz’da yaşlı bir adam güneşin altında oturmuş ceviz ve hurma yiyordu. biri ona, “bu korkunç sıcakta çok ağır olan yiyecekleri niçin yiyorsun?” diye sordu.
“şey,” diye karşılık verdi adam, “kervanımı vurdular; korktuğum her şey başıma geldi. artık güvenlikteyim.”
semani, ravh
Geçenlerde bir arkadaşım, "bu aralar kitap okumuyorum, kafam rahat" demişti. O an aklıma Andre Gide'in Dünya Nimetleri'nde bahsettiği "zihni kitapların tozundan arındırmak" ile ilgili paragrafı geldi aklıma. Sanırım yer yer 'okumama' ihtiyacı, okumak kadar gerekli oluyor.
Burada dikkat edilmesi gereken mesele, entelektüel donanımın esasında basit görünen fakat fevkalade zor olan bir hasletin üstesinden gelemeyeceğini gösteriyor: 'dinleyebilmek'. Dinleyebilmek, yanılıyor olmak ihtimalinin öncelenebilmesiyle mümkün.
''Gerçekleşecek olan her şeyin senin istediğin gibi olmasını arzulama, aksine her şeyin olduğu gibi olmasını iste, böylelikle yaşamın huzurlu olacak.''
Halbuki kadim öğretilerin tümünde 'kâmil insan/bilge adam' koşullar ne olursa olsun neşelidir. Kendisiyle sık sık dalga geçer, yaşamaya dair ne varsa hepsinin kıymetini bilir ve bu sayede kriz anlarını kusursuz yönetir. Modern entelektüel tamamen umutsuz ve bitkindir.
Ciddi bir kesimin pozitif olmaktan ve hayata pozitif bakmaktan bunun yüzeysellik göstergesi olduğunu düşündükleri için kaçındıklarını düşünüyorum. Sürekli şikayet etmek, dert yanmak, eleştirmek "her şeyin farkında olmaya" ve entelektüelliğe delaletmiş gibi.
"Hey sizler, kafasının üstünde, ayaklarının altında, sağında solunda tereddütler bulunanlar; çocuklar gibi mütevazı ve neşeli olmadıkça, hakikatiniz kendinize ebedi bir muamma olarak kalacaktır."
Krişna
Öfff harbiden bitmedi şu vıcık vıcık sözde edebi zırvalıklarınız. 'Bu boktan hayata daha fazla katlanmasına seyirci kalmaması için 'boğmuş'muş. Bir cinayeti 'kaybedenler kulübü' sosuna bulayıp servis etmek. Dümdüz ruh hastasıydı adam biraderim; romantik değildi yani.
@mkemalsayar
Hocam babam panik atak hastası, atak geldiğinde ne hissettiğini sormuştum ''elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi kalıyorum'' demişti. Allah sıhhat versin herkese.
Bu görseli bir hesabın profilinde görüp kaydetmiştim. Hesabı hatırlamıyorum ama bir yol olmadığını düşündüğüm zamanlardan birinde çıkmıştı karşıma. Sık sık açar, zihnimde taze tutarım.
''Ya Râb, ben bir dilenciyim, Sen'den bin kralın isteyebileceğinden daha fazlasını istiyorum. Her birinin Sen'den istemesi lazım gelen bir şey vardır; ben Sen'den kendimi istiyorum.''
Abdullah el-Ensarî
Bari şu sabah ve yatsı ezanları makamına ve erkânına riayet edilerek okunsa. Dayı çıkmış Rammstein solisti gibi bağırıyor. Şöyle latif bir sesle okusan da imân tazelesek be mübarek...
Tolstoy, Gandhi ile mektuplaşmalarının birinde şöyle söylüyordu: ''Nasıl eskiden bir şeyi sorgulanamaz kılmak için ona 'dini' denmişse, şimdi de 'bilimsel' denen hiçbir şey sorgulanamamaktadır.''
Tanrıya inanmaya çalışmak, bu hususta gayret sarf ederek imanı zapturapt altında tutmaya dair tüm yapıp-etmeler bir tür bilinç ketlenmesine sebep olup imanı kaybetmekle sonuçlanıyor çoğu zaman. Bakmayın siz Sofuoğlu'na. Şair, ''küfre yaklaştıkça inancım artıyor'' demişti hem.
Kitabı bitirdim, içerik ve çeviri harikulade. Kabala üzerine çok az kitap neşredildi Türkçe'de fakat bu tartışmasız en iyisi. Bu gönderi altında kitaptan alıntılar yapacağım.
Beklentiyi minimize etmek diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. İnsan bir şeyler beklememeye, beklentisiz olmaya uğraşırken içindeki beklenti hevesini gizlice ve hiç olmadığı kadar zengin bir biçimde besler. Beklememeyi beklemek bir arzu nesnesine dönüşür böylece.
3. Geleneksel Dîvân-ı Kebîr paylaşımlarıı başlıyor. Gönderi altına 1-474 arası bir sayı bırakın, denk gelen sayfadan talihinize düşen beyîti paylaşayım.
''Korkarım Tanrıya ibadet etmiyoruz. Gülmeyin. Bizler, Tanrıyı sevmiyoruz. Tanrıyı sevseydik, ibadet diye bir şey olmazdı. Tanrıya ibadet ediyoruz çünkü ondan korkuyoruz; kalplerimizde korku var, sevgi değil... Tanrıya ibadet eden yalnızca mutsuzlar ve korkanlar.''
Tantracı metinleri çok seviyorum. Şöyle yazıyor Guhyasamāja-tantra'da: ''Kimse güç ve sıkıcı riyazetlerle kemâle erişemez; kemâle ancak tüm arzuların tatmin edilmesiyle kolayca ulaşılır.''
Sağlıksız olan yalnızca insanlarla hatta 'canlılarla' olan ilişkimiz değil; bizler nesnelerle olan ilişkimize de çoğu zaman dikkat etmiyoruz. Hergün kullandığımız kalem, su bardağı, kulaklık, sırt kaşıyıcı ve her neyse: tümüne karşı nezaketli olmalıyız.
Jung'un twitter ortamında bir tür 'derviş dede'ye dönüştürülmesi beni güldürüyor. Jung, sanıldığı gibi modern bilince Tanrı'yı geri çağırmıyor, tam aksine manevî olanın karşıtı olan akıl-ötesi kolektif psişizmi ikâme etmeye gayret ediyordu.
''Düşünceler doğduğu anda, onları doğdukları yerde hiç bir artık bırakmadan tümüyle yok etmeye "bağlanmamak" denir. Nasıl bir inci avcısı bileğine taş bağlayıp derinlere dalıp inciyi buluyorsa, biz de "bağlanmamaya" tutunup kendi içimize dalıp Zat'ın incisini elde etmeliyiz.''
Kişi eğer bir öz-farkındalığa sahip değilse, entelektüel donanımı beni zerre alakadar etmiyor. Bir 'olmak'lık hali eşlik etmediğinde 'bilmek' öyle ciddiye alınacak bir mesele değil.
''Acı ve üzüntülerin nedeni 'trişna', tutmak, bırakmamak, yapışmak, vazgeçmemektir. İnsanlar bilgisizlik yüzünden gerçekliğin akıcı ve hep değişmekte olan biçimlerine bağlandıkça neden-sonuç kısır döngüsünden kurtulamaz, acı duyarlar...''
Buddha
Kral Lear'ın gücünü ve şanını umursamadan ona hakikâti söyleyen iki kişi vardı: birincisi emektar soytarısı, ikincisi kasabanın meczubu. Soytarının ve meczubun gücü 'hiçbir şey olmamaklık'larından geliyordu.
Ölüm mevzu üzerine sohbet ederken özellikle bu kitapta da geçen, Meister Eckhart'ın ''gelassenheit'' meselesine değineceğim. Türkçeye 'olmaya bırakılmışlık' ya da 'müsaade etmek' olarak çevriliyor. Ölüm meselesini kaderine terk edebilir miyiz? deyû soracağım Gökhan Hoca'ya...
''... ölümden önceki bu sakinliğe ulaşmanın yolu çilecilik değil, terktir. Ona giden yol, endişenin ötesine varmaya çalışmaktan değil, kasırganın tam merkezindeki sükûnet gibi, endişe içinde öylece durabilmeyi kabullenmekten geçer.''
Françoise Dastur, Ölümle Yüzleşmek
Sayenizde koca bir nesil din meselesiyle arasına neredeyse kapatılamayacak bir mesafe koydu. İnsanlar sizin -haşa- İslâm'ı temsil ettiğinizi düşünüp, bu mevzular hakkında en ufak bir şey bile duymak istemiyorlar. Büyük bir vebali yüklendiniz. Çürüyorsunuz.
Batı düşüncesini zirveleriyle tahlil eden ÜSTAD NECİP FAZIL kurtuluşu ALLAH RASULÜNE teslimiyette buldu. 3. sınıf akılla KELAM okutan zavallı ise,düşüncesini selefinin yalanı üzerine ikame eden BATININ FELSEFİ mirasında aradı. BÜYÜKLERİN GIDASI, küçük beyinler için zehir olurmuş.
''Bir Çin hikayesi bir keşişin Buda'yı bulmak için nasıl hac yolculuğuna çıktığını anlatır. Keşiş bu arayış içinde yıllarını harcar ve sonunda Buda'nın yaşadığı ülkeye gelir. Bir ırmağı geçer, bu geniş bir ırmaktır ve kayıkçı kürek çekerek onu karşıya geçirirken etrafına +
Arkhip Kuindzhi, Moonlight Night Meditation (1842 - 1910)
''düşünmemek yine de düşünmektir.
ben düşünmeyeceğim diye düşünmektir.
bu da bir tür düşünmektir;
düşünmek ya da düşünmemek,
bu ikilemden nasıl çıkmalı?''
Karnabaharın tanesine 55 tl dedi herif; meditasyon, şefkat pratiği, nefes egzersizi falan hiçbir şey kesmiyor artık aq manavını kırbaçlayacam yapacak bir şey kalmadı