Anneme sen küçükken bizi hep başkalarıyla kıyasladın o yüzden böyle oldum dedim. Falancanın annesi de hep onu kıyaslardı bak o hiç böyle olmadı dedi.
Freud, işine bak kardeşim.
30 yaşında aldığı uyku ilacından sonra iki çocuğunu bırakıp kafasını fırına sokarak intihar etmemiş gibi çıkmış sevgili Sylvia.
Bazen fotoğraflar böyledir. Olduğumuzdan farklı çıkarız.
Bir his ancak bu kadar güzel anlatılırdı. Uykuya dalarkenki o ılık ikindi güneşi, kuş ve çocuk sesleri dinmiş, akşam ezanı okunmuş, herkes eve çekilmiş ve sen iç sıkıntısı ve bir yerlere gecikme hissi ile huzursuzca uyanıyorsun. Tuhaf bir suçluluk. Dünyaya fırlatılmış gibisin.
Kadınları bu kadar yoran şeyi biliyorum ; dağılanı toparlama arzusu. Sadece dağılan evi barkı değil dağılan her şeyi. Yuvayı, çocukları, gençliği, dargınlığı, kırgınlığı, yaşayamamayı, geceyi, gündüzü, her şeyi.
Yeryüzünde hiçbir mesleğe dair aidiyet hissedemiyorum. Evde kitap okuyup ardından uzun akşam yürüyüşlerine çıkarak sıhhatle ve konforla hayatımı idame ettirebileceğim bir iş yok mu :)
Bırakmak tuhaf bir cesaret istiyor. Bir işi bırakmak, bir huyu bırakmak, bir şehri geride bırakmak, bir alışkanlığı bırakmak, bir hayali geride bırakmak, bir önceki benliğini geride bırakmak, bir insanı geride bırakmak.
Cesaret, hem de ürkütücü bir cesaret istiyor.
Sabah bir taksiye bindim, taksici müzik açsam rahatsız olur musunuz dedi. Estağfurullah dedim. İçimden "Olga dedik tolga çıktı" ayarında oynak bir şarkı beklerken birden Bach-Air çalmaya başladı. Sonra taksici bana dönüp "Johann Sebastian Bach sever misiniz ben çok severim" dedi.
Yemin ederim kız kalbim, yandaki teyze aklım. Kız duygularım, yandaki teyze mantığım.
Kız hayallerim işi gücü bırakıp kaçma planlarım, yandaki teyze kredi kartı ekstrem. Kız haftasonum, yandaki teyze pazartesi sabahım.
İkisi konuşadursun hayat devam ediyor, metrobüs gidiyor.
Herkese hitap etmediğini baştan şerh düşmekle birlikte uzun zamandır izlediğim en muhteşem film olduğunu söyleyebilirim. Bir Charlie Kaufman filmi, Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum.
İzlediğimden beri kendime gelemedim, zihnimde tekrar tekrar gösterime giriyor, bitiyor ve başlıyor.
Her gün ekmek aldığım fırında ekmeği veren amca vefat etti, ben ekmek ve hayat ise devam ettik. Sonra bir gün ben çıkıp gideceğim bu döngüden, hayat ve ekmek gene devam edecek.
Bazı insanlar için çok üzülüyorum, onlar için yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Allah onlara imtihan olarak kendilerini vermiş, bir ömür boyu kendilerine tahammül etmek zorunda kalacaklar. Onların cezası kendileri olmak.
Sebepsiz can sıkıntısının izini sürdüğümde kökeninde ya yapmayı ertelediğim bir iş, ya da yaşamayı ertelediğim bir duygu buluyorum. Ruh ve beden, vaktinde alamadığı her şey için bir alacaklı gibi insanın kapısına çöküyor.
Bir olaya anında hak ettiği öfkeyi gösterirseniz alıngan, idare edip alttan alırsanız kronik mazlum ve fedakâr, düşünüp uygun zamanda uygun şekilde karşılık vereyim derseniz sinsi, hiç umursamazsanız kibirli etiketi yiyorsunuz. Bir etikete maruz kalmamak için "ölü" olmanız lazım.
Sezen Aksu, Nazan Öncel, Göksel, Sertap Erener, bu kadınlar şair. Ve çok tuhaf hepsini besleyen dinamik aynı açık yara. Bazen şu soru aklıma takılıyor. O yarayı kendilerini beslediği için bile isteye kapamıyor olabilirler mi? Sebepten bağımsız yarayı sevmek. Derdin derman olması.
Bu gece yatmaya utanıyorum. Şu soğukta göçük altında bir çocuğun ağlayarak annesine babasına seslenmesi ve sesine yanıt bulamama ihtimali, bu korku öyle büyük bir trajedi ki. İnsan olmak çok zor, acı çok büyük ama ellerimiz çok küçük. Ne kadar az şeye yetiyor ellerimiz.
Yeteri kadar sevilmediğini ve hak ettiği değeri görmediğini düşünen insan hırçınlaşıyor, alınganlaşıyor. Çekilmez birine dönüştükçe gerçekten sevilmemeye başlıyor ve daha da hırçınlaşıyor. Bu kısır döngüyü kırmanın tek yolu sevgiyi de akışına bırakmak. Sevgiyi de, sevmeyi de.
Çok trajik bir fotoğraf. Kimileri için zaman tam bu anda sonsuza dek asılı kalacak. Trajedi şu an rakamlarla anlam buluyor, bireysel hikâyeyi zamanla tanıyacağız. Çok acı gerçekten çok. Gece ve soğuk çöktükçe daha da zor her şey. Allah yardımcısı olsun ülkemin.
#deprem
Narsist kişilik bozukluğu ile ilgili yazılmış en iyi şeylerden biri. Bundan belki yüz sene sonra bu insanlar daha net teşhis edilip belli işlere girmeleri, evlenmeleri, belli alanlarda bulunmaları toplum sağlığı için yasaklanacak. Ama zaman lazım.
Edgar Allan Poe hayranları için çok güzel bir film. Tam kış filmi. Sisli ve kasvetli hava, gotik mekanlar ve kıyafetler. Çok iyi geldi.
"Yaşamı ölümden ayıran sınırlar, en iyi ihtimalle belirsiz ve muğlaktır.
Birinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını kim söyleyebilir?"
Bu sene ben boşandım kız kardeşim evlendi. Kız kardeşim babama diyor ki "maşallah kızın birini verince diğerini geri alıyorsun. Evdeki kız piyasası hiç değişmiyor." :)
Tarihin bilinen en eski ikinci şarkısı.
Tam 1800 senelik, Aydın'da Tralleis antik kentinde bir mezar taşı üzerinde bulunmuş. Seikilos'un Şarkısı. Mest oldum 🖤
"Işılda henüz yaşıyorken,/ gamı tasayı at bir kenara / yaşam dediğin böyle kısayken / ve her şey yenik düşerken zamana.”
Tanıdığım bir abi "Her şeye yaptığımız yatırım ölçüsünde anlam atfederiz. Eş, iş, sosyal çevre hepsi yatırımdır" demişti. Tevazu gösteren, alttan alan, karşı tarafı yormamak için maddi manevi hiçbir şey talep etmeyen insanlara yatırım yapılmadığı için ilk vazgeçilen onlar oluyor.
Gerçekten muhteşem bir İran filmi, Leyla'nın Kardeşleri.
Garibanlık bir açık yara gibi kalır, kolay kolay iyileşmez. Bu garibanlığın filmi. Hayat ile ölümün aynı ağızdan konuştuğu, kadınca bilgeliğin ve itilip kakılmışlığın filmi. İyi ki sanat var, iyi ki sinema var.
Ebeveynine ebeveynlik yaparak büyümüş çocuklar Benjamin Button gibi dünyayı tersine yaşıyorlar. Yaşlandıkça çocuklaşıp gençleşiyorlar. Çünkü hayat ondan esirgediğiniz her dönemi pusuya yatıp bekler ve sizden geri alır.
İsmet Özel bir kitabında çocukken ressam olmak istediğini ama boyalar çok pahalı olduğu için şair olduğunu anlatıyordu. Bazen rotamızı mahrum bırakıldıklarımızla çizeriz. Mahrumiyet sandığımız bir bağışlamadır aslında. Bazen taş engel değildir, bizi doğru yoldan gitmeye sevkeder.
İnsan neyin doymamışıysa en çok onun teşhircisi oluyor. Nerede zaafı varsa onun çığırtkanlığını yapıyor. Neye karşı çok açlık çekmişse o sofranın oburu oluyor. Neyi duymaya muhtaçsa o ağızın kölesi oluyor. Nerede görmezden gelinmişse o sahneden asla inmiyor.
İnsanlar ağızlarının tadı kaçmasın diye konuşmayı erteledikleri her konu yüzünden tatsız tuzsuz bir hayat yaşıyorlar. Her şeyi örtbas etmek, yaranın lafını dahi edememek, korku nesnelerini bilinçaltına itelemekle aynı şey. Sağlıklı olan bir savaşçı gibi yüzleşmek, konuşabilmek.
Ruh sağlığı yerinde olmak demek gerçekten de belirsizliğe tahammül etmek ve olacaklar karşısında esnek olmak demek. Öbür türlü kontrol manyağı oluyoruz, kontrol etmek mümkün olmadığı için de kaygı başlıyor, kaygı daha fazla kontrol arzusu doğuruyor. Kaskatı bir ağaç oluyoruz.
Boşanma sonrası evi toplamakla bir cenaze evinde ölünün eşyalarını toplamak aynı şey gibi geliyor. Tek farkla. Birinde çekmeceden çıkan fotoğrafı alıp baş ucuna asıyorsun, diğerinde o fotoğrafı yakıyorsun. Kendini kesmeye kıyamadan, kendini de yakarak.
Uzun süredir kendimi eşikte hissediyorum. Dışarıda, içeride, üzerinde, uzakta değil tam olarak eşikte. Açmaya layık olmadığım bir kapının, asla açılmayacak bir kapının, gidecek yerim olmadığı için beklediğim kapının, ama her halükarda bir kapının önünde ve daima eşikte.
Love Bombing evresi sadece romantik ilişkilerde yok. Arkadaşlıkta, akrabalıkta, sosyal medyada, her yerde var. Biri sizi ani ve yoğun ilgi bombalamasına maruz bırakıyorsa sizin değerinizden değil bu. Her bombalama, bir avlanma dönemidir. İnsanlar avlanır, birbirini yer, bırakır.
Sırf sizden daha patavatsız diye kendini hazır cevap sanan, sırf düşeceği seviyeyi umursamadığı için kendini son sözü söylemiş sanan, sırf teyakkuzda ve savaşır gibi sohbet ettiği için kendini çetin ceviz sanan insan tipi diye bir şey var,evlerden ırak. Ömrü sanma üzerine kurulu.
"Bir ailenin en büyük trajedisi, anne babanın yaşanmamış hayatlarıdır." diyor Jung. Köylü kökenli ailelerin orta sınıf çocukları tüm varlığını ailenin baskısı ile okuyup büyük adam olmaya adadı. Bu kuşak bu amaca eriştikten sonra hayatta kalma modundan çıkıp kendi yaşayamadığı
Gemileri yakmaya karar verdikten sonra denizin durulması çok enteresan. Dünyanın dişil bir yanı var, ona ilgi göstermeyi bıraktığınızda ancak dikkatini çekiyorsunuz. Ancak olup olmamasının bir önemi kalmadığı noktada oluyor bazı şeyler.
12 sene aradan sonra tekrar izledim. Bu seri kadın erkek ilişkileri noktasında gerçekten en iyiler arasında. Ve gariptir şunu fark ettim. Evliliklerinde sıkıntıya yol açan ne varsa ilk başta birbirlerini o yüzden sevmiş çiftimiz. Aşk da buradan doğmuyor mu, çelişkinin ışığından?
Yalnızca paramız pulumuz, eşyamız çalınıyor sanıyor ve bunları korumaya alıyoruz. Oysa insan insanın hayat ışığını, yaşam enerjisini, iyi niyetini, benliğini, kendiliğini, masumiyetini de çalıyor. En çok korumamız gereken şey bunlarmış, şu yaşımda anladım.
İsmet Özel'in en sevdiğim dizelerinden biri "tez kızaran güllerden kendini sakın". Öyle doğru ki tez kızaran ne varsa tez elden de soluyor. Çilesi çekilmiş bir gülün kokusu ise daima bizimle. Çilesi çekilmiş aşkın, dostluğun, bilginin, fikrin ve itibarın kokusu.
Issız Adam harika bir aşk hikayesi değil, love bombing aşamasında ani ayrılık kararı verildiği için tadı damakta kalan zehirli bir balın hikayesidir. Muhtemelen devam etse idi iki çocukla boşanıp mal sevdasına düşen binlerce çiftten biri olacaklardı. Bir kuşağı böyle bitirdiler.
Kış günlerinde birbirine sokulup ailece izlemelik sıcacık bir yılbaşı animasyonu Klaus. Yekta Kopan, Okan Bayülgen, Serra Yılmaz seslendirmesi ile dublajı da çok iyiydi.
"Yapılan gerçek bir iyilik, daima bir başka iyiliği doğurur."
🎄🛷🧣🫎
İnsan ilişkileri artık tamamen Alman usulü. Fedakarlık yapan kimse yok, herkes kendi payına düşeni ödüyor. Kendi payına düşen kadar seviyor, nefret ediyor, güven veriyor, çalışıyor, karşı çıkıyor. Küresel bir müşteri toplumuna dönüştük. Kendi payımız kadar varız.
Ben de "Çok severim,Bach olmasa tanrı ikinci sınıf bir karakter olurdu" dedim. "Bu sözü bilmenize çok şaşırdım." dedi. Ben ona şaşırıyorum o da bana şaşırıyor. Velhasıl "ablam nereye" diyalogundan sonra oyun havası ile seyahat edecekken Vivaldi ve Mozart ile seyahati noktaladık.
İnsana en ağır gelen şey anlam zeminine oturtamadığı, mantıklı bir izahat bulamadığı şeyler yaşamak. Narsistik ilişkilerden sonra mağdurların yırtınırcasına bu olayı anlatmaları bu yüzden. Zihinlerinde bir sürü sekme açık kalmış gibi oluyor, geçmişi anlamlandırmaya çalışıyorlar.
Sinematografisi öyle kuvvetli bir film ki izlerken yoğun bir göz sevinci yaşıyorsunuz. Mavinin, kızılın ve bozkırın göz neşesi. 1978 yılı yapımı bir Terence Malick filmi, Cennetin Günleri.
"Devamlı bir arayış içerisindeydik."
İnsanlar iyi yaşamak istemiyor, iyi yaşadığı tasdik edilsin istiyor. Tasdik edilmemiş ve gözlerden uzak bir yaşantı yitik bir hayat demek artık. Kameradan ve aynalardan örülü bir düzenekte sürekli gülümseyerek tasdik edilmeyi bekleyen zombilere dönüştük.
Her insanın hayatında bir "rota yeniden oluşturuldu" evresi var. Ne kadar geç kalınırsa kalınsın bu aydınlanmayı çok kıymetli buluyorum. Hiçbir şey ölüm döşeğinde "kendime ihanet etmeden yaşadım" diyebilmek kadar kıymetli değil. Ne harcanan emek, ne yatırım, ne masraf, ne toplum.
Bitirmem yaklaşık bir yılımı aldı ama sonunda bitti :) Bu kitabı bitirdiğinizde kesinlikle başladığınız insan olmuyorsunuz. İnsan benmerkezci bir hikâye dili kurarak var oluyor. Ve inanın bu kitap o dili topyekûn yıkıp, size hikâyenizi en baştan anlama ve anlatma imkânı sunuyor.
Aşkta Terör kitabında Vincent Miller terörize olmuş ilişkileri anlatır ve ilişki dinamiğini temelde ebeveyn ilişkilerimiz üzerine kurduğumuz iddiası karşısında bambaşka bir çıkarım yapar. İlişkiler kardeş rekabetine benzer der. Temelde bir kıtlık psikolojisi vardır, kadın ve
Bir insanı en güzel tutuş şekli, onu serbest bırakarak tutmamak.
Before Midnight filminde adam kadına ben de en çok neyi değiştirmek isterdin diye sorunca kadın "beni sürekli değiştirmeye çalışmanı" diye cevap veriyordu.
Özgür bırakmak, tutmakların en güzeli.
Bu videoda kadının yaşadığı şey çok trajik fakat daha trajik olan insanların evlerindeki yaraları bile sosyal medyada paylaşacak kadar soytarılaşması. Yara bile performans vesilesi olduysa şifa hepimiz için bir hayal olmuş demektir.
Bence yalnızca yürekten merhamet duyanların anlayabileceği bir film. Dünyaya gözleri dolarak bakmanın filmi. Başkasının acısını aynı kuvvetle kendi içinde duymanın, hepimizin aynı olduğunu idrak etmenin.
"Hissiz olmak kolaydır; bir şeyi önemsemek cesaret ve ahlak ister."
Tüm sıkıntısına rağmen elimde olmayarak ben de bu kanaatteyim. Duygularımın peşinden sonunu düşünmeden yürüyorum. Çünkü bazı duygular, bazı adanışlar, bazı aldanışlar insana ömrü boyunca öyle az nasip oluyor ki insan bile isteye aldanmayı tercih ediyor.
Elimde değil. kalbimde.
Bir insanın başına gelebilecek en güzel şey, kendinden ve zevklerinden feragat etmeden ekmek kazanabileceği hayata ve kendi fıtratına bitişik bir iş. Öbür türlü emeğine yabancılaşmış fabrika işçilerinden farkımız kalmıyor.
Sanılanın aksine herkes kötü gün dostu olmak istiyor. Kötü günün magazinel kaosundan beslenmek, başkasına tavsiye ve telkin vermek zevki diye bir şey var çünkü. Zor olan bir başarıyı takdir edebilmek, mutluluğa iştirak edebilmek. İyi gün dostlarınızın kıymetini bilin.
Bir şeyi ilelebet sürdürmenin tek yolu onu yarıda bırakmak. Bazı şeyler yarım kalmakla kendini tamamlıyor. Devam etmenin eksilttiği şeyler var. İdealize ettiğimiz çoğu şeyin kökeninde en yoğun anında bırakmanın anısı var. Eksikliğin yoğun anısı kendini idealize ederek tamamlıyor.
Şaka yollu laf sokmak, ima etmek, kaçak dövüşmek en nefret ettiğim şeyler. Ya bunlara tenezzül etmeyecek kadar kesin bir suskunluk yahut alttan alma halinde bulunacak insan ya da açıkça söyleyecek ve savaşacak yüreği olacak. Akraba ilişkileri bu yüzden bu halde,gizli yüreksizlik.
2022 yılı yapımı efsane bir Norveç filmi bırakayım, İlgi Manyağı.
Daima sahne ışıklarının tam altında olmak isteyenler, 'partinin en gözde kızı olmak isteyenler', cümleye daima ben diye başlayanlar, dünyayı ben ve diğerleri ayrımıyla gören narsistler için şiddetle tavsiye ederim.
Muhteşem ama gerçekten muhteşem bir film olmuş bu. İrlanda ezgileri,sarp kayalıklar,hırçın deniz ve kusursuz yeşil ile bir göz sevinci. Hikâye zaten çok güzel. Son zamanların en güzel işlerinden olmuş The Banshees of Inisherin. In Bruges filmininin yönetmeninden, aynı ikili ile.
Neden anlatmadın deniyor ya. İnsan bir şeyleri anlatmazsa o şey hiç olmamış gibi olur diye düşünüyor. Dile dökülen şey daha bir var oluyor, gerçekliği mühürlenmiş gibi oluyor. Çoğu suskunluğun altında biraz da bu yatıyor.
Kendimize dahi sesli anlatmaktan korktuğumuz şeyler var.
"-Artık daha iyiyim.
-Ne değişti peki?
-Bana dağıtılan elle oynamaya karar verdim."
Bu diyaloğa denk geldim az evvel izlediğim dizide. Galiba ruhsal huzurun tek koşulu bu. Dağıtılan elle oynamaya razı gelmek. Yoksa yaşam bir devasa direnişe, hırs dolu bir yarışa dönüşüyor.
Ağzından cımbızla laf alınan insanlara 'cool' göründükleri hissini kim veriyor acaba? Neşeli, dinamik, konuşkan insanları daha çok seviyorum. Hamle yapar gibi konuşan insanlar beni çok bunaltıyor. Sus ki alim sansınlar olayını halkımız çok yanlış anlıyor.
Artık birine kalbi muhabbet duymak, dost olmak pek nadir yaşanabilecek bir şey. İnsanlar birbirlerine tanışıklık oluşturmak, biliniyor olmak, bağlantı kurmak adına yaklaşıyor. Dostluk değil de bir network inşası, bu yüzden artık "dostluk" bile performans göstermeyi gerektiriyor.
Tam bir Rus resmi olmuş bu. Uzun paltosuyla ve cebindeki üç beş rublesiyle karlı Petersburg sokaklarında yürüyen bir adam :)
Sizin bir cümlelik hikâyeniz olsa bu tabloya ne olurdu?
Ebeveynlerin şımarmasın diye övmediği çocuklar olarak övgü kabul etmeyi bilmiyoruz. Biri beni övünce neredeyse sövmüş gibi bir tepki gösterip ya abarttığına ya da bunun böyle olmadığına ilişkin reaksiyon veriyorum.O övmediğiniz çocuklar ederlerinin altına satıyor tüm değerlerini.
Yetişkin gibi tanışabilmek, yetişkin gibi sevebilmek, yetişkin gibi tartışabilmek, yetişkin gibi vedalaşabilmek. İnsanın tüm ömrü bu olgunluğa ulaşmaya çalışmakla geçiyor. Nedir yetişkinlik? Bir oyuncağı sever, hırpalar gibi değil, bir emaneti muhafaza eder gibi iletişim kurmak.
Bazen bir insan hayatınızda "bıçak" görevi görür. Önceki siz ile sonraki siz arasındaki bağı koparır. Bazen bu kopuş hayırlıdır, bazen bir bıçak da hayırlıdır. Bunu ancak kesiğin acısı dinince anlarız.
Narsist kişilik bozukluğunda kişinin hafızası en başta kendi kendini manipüle ediyor. Gerçeğin kabulü kişiyi intihara sürükleyeceği için ego hayatta kalmak adına hafızayı değiştiriyor,gerçeği saptırıp kendine uyarlıyor. Ve kişi kendi sahte gerçeğine tutunup tarihi baştan yazıyor.
8 yıldır buradan takipleştiğimiz, muhabbetimizin olduğu bir abinin altı aydır hiç twit atmadığını fark ettim.Mesaj attım cevap vermedi.Bir arkadaşına sebebini sordum, "Öldü o" dedi. Bura bir simülasyon birinin ölümünü 6 ay sonra fark ediyoruz, burası gerçek çünkü oturdum ağladım.
Yaşadığı narsistik istismar sonrası travma bağı ile tüm suçu üzerine alıp celladına aşık olan tipik mağdur cümlesi. Öyle şiir gibi göründüğüne bakmayın :)
Yarayı ve acıyı hissedemeyen bedene felçli derken,neden yarayı ve acıyı hissedemeyen ruha güçlü diyoruz? Güçlülük, bir ruh felcidir belki de.Yaraya ve tahribe açıklık bir ruhun sağlıklı mevcudiyetine işarettir. Kişisel gelişim buyruğu olan "yara almamak" ise bir tür felç hâlidir.
Narsistik kişilerin yalanlarının bu denli inandırıcı olmasının sebebi, bu kişilerin kendisinin de buna inanması. Tuhaf şekilde gerçeğin çarpıtılmış bir versiyonuna inanan delüzyonel bir bozukluk var bu insanlarda. Kendileri de bu versiyona inandıkları için bu kadar ikna ediciler.
Tevazu, özgüven düşüklüğü değildir, takva cesaretsizlik değildir, dünyaya tamah etmemek eziklik değildir, alttan almak zayıflık değildir, kötü olanın çarkına çomak sokmak bozgunculuk değildir, herkesle arası iyi olmak meziyet değildir, mahzunluk depresyon değildir.
"Kaçmak için nereye kaçtığını değil, nereden kaçtığını çok iyi bilmelisin." diyordu filmde.
İnsan bazen bir yere gitmeyi çok arzuladığı için değil, kaldığı yer dayanılmaz bir hâl aldığı için gider. En kesin gidişler de böyle başlar. Nereye romantizmin sorusu, nereden ise hayatın.
Yetişecek bir şey yokmuş gibi uyumak, yetişecek bir şey yokmuş gibi okumak, yetişecek bir şey yokmuş gibi gezmek, yetişecek bir şey yokmuş gibi seyretmek istiyorum. Ama içimdeki incinmiş zamanı durduramıyorum, sahi içimizdeki zamanı kim incitti de böyle olduk?
Of nasıl bir filmdin ama sen böyle. İman ile inkarın, aşk ile nefretin, acı ile hazzın, hayat ile ölümün bitişikliği üzerine bol şarkılı, hayat gibi bir film. Tekrar tekrar ve tekrar izlenesi.
"hayat seni kıskanır. elinden her şeyini alır ve yüzüne güler. sana ihanet eder."